Ekolojik dengenin bozulması ve doğanın onarılmaz şekilde tahrip olması, bugün her ülke için ciddi anlamda tehlikeli bir durum almıştır. Tarımsal üretimde kimyasal gübrelerin kullanılması, zirai ilaçların bilinçsiz ve dengesiz kullanımı çevre koşulları kadar insan ve diğer canlıların sağlığı açısından da önemli bir tehdit haline gelmiştir. İşte organik tarım kavramı, bu tehdit ve tehlikelerin önüne geçmek amacıyla alternatif bir yöntem olarak sunulmuştur.
Ekolojik tarım, biyolojik tarım ya da organik tarım ifadelerinin hepsi de aynı kapıya çıkmaktadır ve Avrupa Birliği’nin çıkardığı, 2092/91 sayılı Avrupa Birliği Organik Tarım Yönetmeliği’nde her üç ifade şekli de kullanılmıştır.
Aslında dünyada organik tarımsal üretim faaliyetleri, 1930’lu yıllarda başlamıştır. Bunda bir yandan insan, çevre ve bitki sağlığında yaşanan olumsuz gelişmeler, diğer yandan özellikle gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan üretim fazlalığı sorunu, insanları yeni arayışlara doğru itmiş ve organik tarımın bütün dünyada yayılmasına yol açmıştır. Avrupa Birliği ülkelerinde geleneksel tarım ürünlerinde üretim fazlası oluşunca, bu fazlalığı gidermek için tarımsal üretim arayışlarına başlanmış, bu da organik tarımı yaygınlaştırmıştır.
Ancak organik tarımsal üretim faaliyetlerinin gelişmesi, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklı nedenlerle olmuştur. Gelişmiş ülkelerde, organik tarımsal üretimi iç pazar talebi yönlendirmiştir. Ama gelişmekte olan ülkelerde organik tarımsal üretim için ihracat talep artışı belirleyici olmuştur. Bu şu demektir: gelişmiş ülkeler, organik tarım konusunda, gelişmekte olan ülkeler için hedef pazar konumundadır.
Bugün gelinen noktada, Avrupa Birliği ülkeleri dünyanın en büyük organik gıda pazarına sahiptir ve 2092/91 nolu Organik Tarım Yönetmeliği ile dünya organik tarımını yönlendirmektedir.
Avrupa Birliği’nde bu yönetmelik yanında, ortak tarım politikası ve çevre politikaları kapsamında, organik tarımsal üretim faaliyetlerini ilgilendiren çok sayıda düzenleme bulunmaktadır. Ülkemiz açısından da organik tarım faaliyetleri hızla gelişmektedir ve büyük bir ihracat potansiyeline sahiptir. 2005 yılında Gıda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik yayınlanmıştır. Bu yönetmelik, organik tarım ürünleri için sadece organik kelimesini kullanmıştır. Yönetmeliğin çıkarılmasından amaç, organik tarımsal faaliyetlerin yürütülmesi, ekolojik dengenin korunması, organik tarımsal üretimin ve pazarlamanın düzenlenmesi, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına yönelik usul ve esasları belirlemektir.
Organik tarım, dünyanın doğal dengesini bozmadan sağlıklı ve güvenli tarımsal ürünler üretmek için, alınması gereken önlemleri alarak, bitki koruma ve zararlı mücadelesinde doğal yöntemler kullanarak yapılan ve belgelendirme denetimi ile üretim süreçleri kontrol altında tutulan üretim şekline denmektedir. Bu şekilde elde edilen ürünlere de organik ürün denmektedir.
Bir başka tanımlamaya göre ise organik tarım, toprağın biyolojik hareketini, biyolojik dönüşümünü ve biyolojik çeşitliliğini kapsayan, tarımsal eko sistem sağlığını artıran ve zenginleştiren bir üretim şeklidir.
Ancak zamanla organik tarım, alternatif bir yöntem olmaktan çıkmış ve bir yaşam felsefesi haline gelmiştir.
Dünya nüfusu arttıkça beslenme ihtiyacı da artmaktadır. Tarımsal ürünlere duyulan ihtiyacın artması tüketim talebini de arttırmaktadır. Böyle olunca talebi karşılamak için tarım alanlarını genişletmek ya da tarım alanlarından daha fazla ürün almak gerekmiştir.
Ancak bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, bilinçsiz bir şekilde yapılan tarım faaliyetleri, insan, hayvan ve bitki sağlığını tehdit etmekte, yer altı su kaynaklarının tükenmesine veya kirlenmesine neden olmakta, doğal bitki ve toprak yapısının bozulmasına ve biyolojik çeşitliliğin zarar görmesine yol açmaktadır.
Bu sorunlar ilk olarak Kuzey Avrupa ülkelerinde ortaya çıkmaya başlamıştır. Daha sonra Amerika’da bazı üretici kuruluşlar öncülüğünde sentetik ilaç ve gübre kullanmadan tarımsal üretim başlatılmıştır.
Bugün dünya üzerinde organik tarımsal üretim yapan, çoğunluğu Asya ve Afrika kıtasında olan, 130 civarında ülke bulunmaktadır. Organik ürün belgelendirme işlemleri ise en çok Avrupalı belgelendirme kuruluşları tarafından yapılmaktadır.
İlk zamanlar, organik tarım faaliyetleri, her ülkenin kendi oluşturduğu kurallara uyularak yürütülüyordu. 1972 yılında Almanya’da Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu (IFOAM) kurulmuştur. Bundan sonra da organik tarım faaliyetleri ortak kurallar çerçevesinde yürütülmeye başlanmıştır.
Avrupa Birliği ülkeleri dünya organik gıda pazarının yarısına sahiptir ve aynı zamanda dünyanın en büyük ithalatçısı konumundadır. İthalatta doğal olarak öncelikle birliğe üye ülkeler tercih edilmektedir. Ancak yönetmelikte belirlenen standartların sağlanması durumunda üçüncü ülkelerden de organik tarım ürünlerinin ithalatı yapılmaktadır. Bugün sorunsuz olarak Avrupa Birliği ülkelerine ihracat yapan ülkeler, Avustralya, Macaristan, Arjantin, İsrail ve İsviçre’dir.
2006 yılı verilerine göre, dünyada belgelendirilmiş organik tarım üretimi yapılan alan büyüklüğü yaklaşık 32 hektardır. Toplam sertifikalı çiftçi sayısı ise 624 bindir. Organik tarım arazilerinde Çin ve Arjantin lider konumdadır. Ancak birinci sırada Avustralya bulunmaktadır. Çünkü burada organik tarımdan çok organik hayvancılık yapılıyor. Organik hayvancılıkta kullanılan otlaklar da organik tarım koşullarını sağlamak zorundadır. Böyle olunca en büyük araziler 12 milyon hektar ile Avustralya’dadır.
Ülkemizde ise 2005 verilerine göre, organik tarım üretimi yapılan alan büyüklüğü 204 bin hektardır. Toplam sertifikalı çiftçi sayısı ise 15 bindir. Organik olarak 207 tür ürün yetiştirilmektedir.